Meşakkatin Ardındaki Sır
Meşakkatin Ardındaki SırAranızdan size öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
Hüzün Yılı... Kainatın Biriciği Efendimiz A.S.‘a musibetlerin ardı ardına geldiği yıl. Peygamberliğin onuncu yılı...
Önce, vahye ilk muhatap olduğunda, omuzuna yaslanıp derdine ortak ettiği, kimse kendisine inanmazken emsalsiz bir teslimiyetle onu tasdik eden eşi, Hz. Hatice Validemiz’in vefatı.
Fırtına ne kadar büyük olursa olsun, bir sükûnet limanı olabilen sevgili eşin Hakk’a yürüyüşü... Derken, kolu-kanadı, müşriklere karşı savunucusu ve yardımcısı olan amcası Ebu Talib... O da gidiverir.
Gönüller sultanı sevgili Elçi’ye, “şu ümmet üzerindeki bu iki musibetten hangisine daha çok üzüleceğimi bilemiyorum“ dedirten zon günler...
Kureyş müşrikleri, alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz A.S.‘ı, fırsat bulsalar bir kaşık suda boğacaklar. Ama ilâhi irade... Zorluk ve kolaylıklar bir geliyor bir gidiyordu.
Ebu Talib‘in ölümüyle, işte bir kez daha meşakkat kapıya dayanmıştı. Müşrikler aradıkları fırsatı yakalamış gibiydiler. O‘nu artık korumasız bulduklarını sanıyorlardı. Artık gün geçmiyordu ki Efendimizin A.S. başına toprak saçılmış olmasın, evine mahzun dönmesin... Biriciği Fatıma nice günler geçirmişti babacığının başındaki toz-toprağı ağlaya ağlaya temizlerken. O mübarek nebi kızına şöyle diyordu:
“Ağlama kızım. Allah babanı koruyacak ve savunacaktır.“
Karar Belgesindeki İmza
Alay, işkence, hakaret, şiddet hiç biteceğe benzemiyordu. Bütün bunlara rağmen ilâhi bir tecelli; Rabbim Allah‘tır diyenlerin sayısı her gün biraz daha artıyordu.
Mekke müşrikleri bir çare olarak karar aldılar:
“Muhammed‘e tabi olanlarla her türlü irtibat kesilecek!“
Bu, müminleri kuşatma altında tutma anlamına geliyordu. Bu yüzden çok önemli bir karardı kendileri için. Ambargo kararı Kâbe’nin duvarına asıldı. Allah Tealâ‘nın ilâhi nazargâhı olarak Beytullah, ihtimal ki o gün en hüzünlü hadiseye şahit oluyor, inanan kimi gönüllerin yüreklerine içli içli sesleniyordu. Ama bu sesi kuşatmanın devam ettiği o üç yıl boyunca ancak Allah Tealâ’ya yürekten inananlar duyabildi:
Ve bir güve... Bir güve, Kâbe duvarındaki anlaşma metninin “Allah‘ın adıyla“ ifadesi hariç, tamamını yok etmişti.
YENİ BİR YER, YENİ BİR ÜMİT
Taif şehri, Mekke‘ye yaya iki günlük mesafedeydi. Mekke‘de ümitlerin tükendiği günlerde Taif, Kâinatın Efendisi’ne A.S. bir umut ışığı oldu. Gerçi orası mesirelik bir yerdi. Rahatlık içindeyken onu dinlerler miydi? Bir ümit...
Bu ümit bir tek gaye içindi: Allah Tealâ‘nın kendisine bildirdiği hakikatleri duyurabilmek. İlâhi nurla kalpleri diriltebilmek. Allah‘ı, imanı, İslâm‘ı duymayanlara anlatmak.
“Ey Rasul! Rabbin’den sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O‘nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.“ (Maide/67)
CANANIN CAN YOLDAŞI
Taif‘te O‘nu ilk karşılayan üç kardeş oldu. Ama verdikleri cevap şu idi:
“Allah senden başka gönderecek kimse bulamadı mı?!. Kendi yurdunun halkı seni istememiş, kabul etmemiş sen de kalkmış bize gelmişsin!..
On gün yurtlarında kaldığı Taif‘lilerin tek korkusu vardı: Ya gençlerimizi İslâm‘a yönlendirirse... Bu yüzden aralarındaki köleleri, ayak takımını kışkırttılar. O‘na sövdürdüler. Masum Nebi‘nin geçeceği yolların iki yanına oturttular, her adım atışında O‘nu taşladılar, yaraladılar...
Kainatın Biriciği kimi zaman ayaklarının acısına dayanamadı, yere oturdu. Bu kez kollarından tutup kaldırdılar, yürüdükçe taşlayıp gülüştüler. Ama orada gülemeyen biri daha vardı: Yol arkadaşı Zeyd b. Harise. Atılan taşlara gövdesini siper ediyordu ama...
HAKİR BİR KÖLE, BİR TABAK ÜZÜM
Az ilerdeki asmanın gölgesinde oturabildiğinde, hâlâ Rahmet Peygamberinin ayaklarından kanlar akıyordu. İki rekat namaz kıldı, elerini semaya kaldırdı, Alemlerin Rabbi’ne yöneldi:
“Ey merhametliler merhametlisi! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halkın gözünde hakir görülüşümü sana arz ediyorum. Sen beni kime bırakıyorsun? Senden uzakta olan, beni gördükçe suratını asan kimselere mi? Bana gazabın yoksa asla gam çekmem. Nuruna sığınıyorum. Her şey senin hoşnutluğun için. Güç ve kuvvet senin elinde...“
Tam o sırada biri sessizce yaklaştı: Addas... Elinde bir tabak üzüm getirmişti:
“Buyurun, bundan yiyin” dedi. Mahzun Nebi, “Bismillah“ deyip üzüme uzanırken Addas, hayretle sordu: “Sen kimsin?“
Aldığı cevap çok netti: “Alemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberim“
Addas, yıllarca gökte aradığını şimdi önünde bulmuştu. Allah Rasulü‘nün başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başladı. Onu gönderen hıristiyan efendisi ve etrafındakiler ise “buna ne oluyor!“ dercesine uzaktan bakıyorlardı. Bu gönlü muhabbet kıvılcımıyla tutuşmuş adam, Kâinatın Efendisi’ne Taifli olarak iman eden tek kişi idi.
ŞEFKAT PEYGAMBERİ
Taif’ten dönüş yolunda, Cebrail A.S. Efendimiz’i yolda karşıladı:
“Ey Muhammed! Allah onların dediklerini işitti ve sana Dağlar Meleği’ni gönderdi. Ne yapılmasını arzu edersen emredebilirsin.“
Dağlar Meleği, Allah Rasulü’nü selamladı ve emrine âmade olduğunu bildirdi:
“Ey Muhammed! Ben hazırım. Eğer şu iki yalçın dağın müşrikler üzerine kavuşmasını ve tümünü ezmesini istersen, hemen yerine getireyim!“
Allah‘ın Rahmet Peygamberi son sözü söyledi:
“Ben Allah‘ın, bu müşriklerin soyundan yalnızca Allah‘a ibadet eden, O‘na hiçbir şeyi ortak koşmayan, İslâm‘a gönül vermiş bir nesil meydana getirmesini diliyorum.“ (Buharî)
Bu, yok etmenin değil, var edebilmenin ve ancak karşılıksız sevmenin sesiydi. Her şeye rağmen yaradılanı Yaradan‘dan ötürü sevmenin izharıydı. Taif bunun için önemli, Addas R.A. bu yüzden sevimliydi.
“Mesleğimde meşakkat, medar-ı iftiharımdır“ diyen velinin sözleri, Kainatın Efendisi‘ne ümmet olabilmenin ardında yatan gerçeği gösteriyordu. Allah Tealâ‘nın çok şefkatli (Rauf) ve pek merhametli (Rahim) sıfatları, bazen meşakkat perdesinin arkasından muştularla gülümsüyordu. Ve zorluklar ak-pak gönüllere Rahmet Peygamberi’ni hatırlatıyordu:
“Andolsun! Aranızdan size öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.“ (Tevbe/128)