Biz Tebliğciyiz
Biz Sadece Tebliğciyiz"Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar, yalnızca tarihi olay nakli olarak anlaşılmamalıdır. Allahu Tealâ’nın birer örnek tablo olarak dikkatimizi çektiği her kıssada, çok önemli mesajlar bulunuyor. Yasin Suresi’nde geçen Antakyalılar’la ilgili kıssada da, ilahi mesajı tebliğ edenlere tutumumuza rehberlik edecek uyarılar var.
Kaynaklarda Antakya diye geçen Hatay şehrimiz, eski bir tarihe sahiptir. M.Ö. 300’lü yıllarda 500 binin üzerinde nüfusu olan bu şehir, zamanında dünyanın üçüncü büyük şehri idi.
Antakya, İsa (A.S.) zamanında da bölgesinin en önemli merkezlerinden birisiydi. Şehirde yaşayan halk, doğru yoldan uzak bir hayat yaşıyordu. Rivayetlere göre İsa (A.S.), yanında bulunan yetişkin ilim ve gönül adamlarından ikisini irşad için Antakya’ya gönderdi.
İşte bu iki elçinin orada yaşadıkları olaylar, Kur’an’ın kalbi olan Yasin Suresi’nin ikinci sayfasında ibret için anlatılır. Bu olayın verdiği en önemli derslerden birisi, peygamber olmasalar da Allah’ın dinini tebliğ edip insanlardan hiçbir ücret istemeyen ilim ve gönül adamlarına uyulması gerektiğidir.
Allahu Tealâ, Antakya halkının başından geçenlerden ibret almamız için Rasulullah’a (A.S.) şöyle sesleniyor:
Şu şehir ahalisini onlara örnek ver!
Hani oraya (İsa A.S.’ın yanındaki ilim ve gönül adamlarından) elçiler gelmişlerdi. Biz o zaman onlara iki elçi göndermiştik de her ikisini de yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncü ile onları desteklemiştik ve:
- “Biz size gönderilmiş elçileriz” demişlerdi. (Yasin/13-14)
Şehirde günlerce kalmışlar ve ellerinden geldiğince herkese Allah’ın dinini anlatmaya çalışmışlardı. Buna rağmen halk elçileri kabul etmedi ve onlara:
- “Siz, bizler gibi insansınız; başka bir şey değilsiniz. Hem Rahman da hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler. Elçiler de (bu söze karşı) şöyle söylediler:
- “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş kimseleriz. Bize düşen, ancak açıkça tebliğdir; başka bir şey değildir.” (Yasin/15-17)
Elçilerin bütün ikna gayretleri sonuç vermedi. Halk hırçınlaştıkça hırçınlaştı ve tehdit ederek elçilere:
- “Siz bize uğursuz geldiniz. Yemin olsun ki, eğer (bu işten) vazgeçmezseniz, sizi taşlarız ve çok acı verecek eziyetler yaparız.” dediler. (Yasin/18)
Kendilerine hü***** etmeye hazır olan şehir halkının bu tehditi karşısında elçilerin cevabı şöyle oldu:
- “Uğursuzluğunuz sizinledir (kendinizden kaynaklanmaktadır). Size öğüt verildi diye mi (böyle söylüyorsunuz)? Doğrusu siz haddi aşmış bir toplumsunuz.” (Yasin/19)
Elçiler tam sözlerini bitirmişti ki;
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi:
“- Ey hemşehrilerim! Bu elçilere uyun!” (Yasin/20)
Allah’ın methettiği bu adamın Habibu’n-Neccar adında bir kişi olduğu rivayet edilir. Hemşehrilerinin aşırıya gittiğini görünce onlara acıdı ve şefkatle yalvardı:
“- Uyun, sizden hiçbir ücret istemeyip hidayet üzere hayat sürenlere!” (Yasin/21)
Rabbimiz, bize Habibu’n-Neccar’ın dilinden çok önemli bir prensibi bildiriyor:
Kişinin Allah’ın dini için uyması gereken insanda iki önemli özellik araması gerekir: Birincisi, Allah’ın dinini tebliğ ettiği için dünyalık bir menfaat sağlamaması gerekir. İkincisi de, Allah’ın istediği şekilde hayatını sürdürmeye gayret eden, yani hidayet üzere yaşamaya çalışan bir kişi olması gerekir.
Ayetler kıyamete kadar geçerli olduğuna göre, Allahu Tealâ bu iki özelliğe sahip olan insanlara tarihte olduğu gibi günümüzde de uyulması gerektiğini ferman buyuruyor. Bu iki özelliğe sahip olmayan, yani Allah’ın dinini dünyevi çıkarlara alet eden veya hidayet ölçülerinin dışında bir hayat sürenlere ise uyulmaması gerekiyor. Bu Allah’ın isteğidir. Ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, makamı ve ünvanı ne olursa olsun, bu iki ölçüye uymayan kişilere kesinlikle itibar edilmemesi gerekir.
İşte Habibu’n-Neccar, hemşehrilerine bu iki ölçüye uyan bu elçilere uyulması gerektiğini bildiriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“- (Bana gelince,) neden beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah’a kulluk etmiyeyim?
(Neden) O’ndan başka ilâhlar edineyim? (Öyle yaparsam) Rahman bana bir zarar vermek isterse ne o ilâhların şefaatı zerre kadar fayda getirir, ne de (bizzat kendileri) beni koruyabilirler.
İşte o zaman ben, apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum.
Ama bakın! Ben Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş olun!” (Yasin/22-25)
Allah aşığı Habibu’n-Neccar sözlerini bitirince hemşehrileri, üzerine çullanıp onu şehit ettiler. Mübarek naaşı yere serilince Allah tarafından ona şöyle denildi:
“- Gir cennete!” (Yasin/26)
O ise, hemşehrilerinin kendisini öldürmüş olduğuna aldırmaksızın büyük bir merhametle Allah’ın huzurunda şöyle söylüyordu:
“- Ah keşke halkım bir bilseydi! Bilseydi Rabbimin beni affettiğini ve ikram görenlerden eylediğini...” (Yasin/26-27) Fakat artık Antakyalılar bu temenniyi duyamazlardı.
Allah adamları hep böyledir: şahsi kinlerle kalplerini kirletmezler. Allahu Tealâ, burada bizde görmek isteği bir ahlâkı öğretiyor: Canınıza kasteden insanların bile kurtuluşunu isteyebilmek, onların Allah’ı tanımalarını sağlama uğruna canımızı bile feda edebilmek.
Daha sonra ne oldu? Allahu Tealâ, bundan sonra onların üzerlerine gökten ordular indirmediğini, indirmeye de gerek olmadığını anlatıyor. Sadece bir tek ses ile yerlerinde sönüp kaldıklarını haber veriyor ve bu konuyu şu ayetlerle bitiriyor:
“- Yazık şu insanlara ki, kendilerine hangi elçi geldiyse onu alaya aldılar.. Halbuki kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi ve onların geri dönmediğini görmezler miydi? Ve (görmüyorlar mı sonunda) hep birlikte huzurumuzda toplanacaklarını?” (Yasin/28-32)
Bu ayetler, yaşayan bir model sıkıntısı çeken ve bu sebeple dinî bunalımlar yaşayan günümüz müslümanlarına kurtuluş kapısını gösteriyor: Allah’ın dinini bütün gücüyle yaşamaya çalışan ve din adına verdiği hizmet için hiç bir bir ücret istemeyen nadide şahsiyetlere uymak. Bu özellikleri taşımayan din simsarlarına da aldanıp zaman harcamamak...
Kemal Süleymanoğlu
Semerkand Dergisi"
Gavs Hz' nin Düzce vakıf görevlilerine yaptığı sohbet >>>