kasrıarifan turism




Tasavvufa Farklı Bir Bakış

Şefaat

Mağfiret Vesilesi Şefaat

1 yorum
 

Rabbimiz kullarını çeşitli vesilelerle affetmek ister ve bundan da hoşlanır. Bu sebeple bazı kullarına, ahirette şefaat etme izni verecektir. Böylece hem affetmek istediği kulları için bir bahane yaratmış, hem de sevdiği kullarının değerine dikkat çekmiş olacaktır.

Şefaat, ahirette peygamberlerin ve şefaat yetkisi verilen diğer kimselerin, günahkâr bir müminin affedilmesi, günahı olmayanın daha yüksek derecelere ulaşması için Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri, aracı olmaları demektir. Şefaat insanın tabiatında vardır. Dünya işlerinde daima bir vesile edinmeye çalışırız. Başımız sıkışınca güvendiğimiz birinden destek ve yardım isteriz. İnsanın bir desteğe, bir vesileye en fazla muhtaç olacağı gün hiç şüphesiz kıyamet günüdür, mahşer meydanıdır. Orada bunalacak, terleyecek, korkudan titreyecek, eşinden dostundan yardım isteyecek, uzanacak bir el arayacaktır.

Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiğimize göre, dünya hayatında olduğu gibi ahirette de destekçi ve şefaatçiler olacaktır. Ayet-i kerimede; “O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ, 109) buyrulmak suretiyle Cenâb-ı Hakk’ın izin verdiklerinin ahirette şefaat hakkı olduğuna işaret edilmiştir.

Yeni itirazlar

Günümüzde, bazı kimseler şeffaatin dinde yerinin olmadığına dair sözler söylüyor, şefaati reddediyorlar. Hatta şefaate inanmanın şirk olduğuna dair iddialarda bulunuyorlar. Oysa şimdiye kadar hiçbir akıl sahibi, istemenin “tapmak” manasına geldiğini, istenilenin de “tapılan” olarak görüldüğünü iddia etmemiştir, edemez de.

Buradaki isteme, günahkâr ve çaresiz bir kimsenin Allah katında değeri ve bir makamı olan birinden aracı olmasını istemesidir. Şefaat sahiplerinin şefaatleri Allah’ın iznine bağlıdır. Dolayısıyla şefaat vesilesi kimseler asla Allah’ın kudretine eşdeğer bir güç olarak görülmez. Çünkü hepsi Allah Tealâ’nın irade ve kudretiyledir.

Kur’an-ı Kerim ve hadisler genel manada kişiyi başkası lehine iyilik ve yardım yapmaya, başkası için dua ve istiğfar etmeye, başkasının elinden tutmaya, kendisi muhtaç iken başkasını kendine tercih etmeye açık bir şekilde teşvik etmektedir. Şefaat de, kişinin başkası lehine dua ve istiğfar etmesinden başka bir şey değildir. Yüce kitabımız Kur’an’da bu durum teşvik edilmekte ve övülmektedir:

“O halde onları affet, onlar için istiğfarda bulun.” (Âl-i İmran, 159)

“(Sana gelen kadınların biatlerini kabul et ve) onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mümtehine, 12)

“Hem kendi günahın, hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.” (Muhammed, 19)

Şefaat haktır, gerçektir

Şefaatin hak oluşu ayet, hadis ve icma ile sabittir. Dolayısıyla inkârı insanı iman dairesinden çıkarır. Şefaatin hak olduğuna inanan kimseler de Allah’ın izniyle buna nail olacaklardır. Nitekim Rasulullah s.a.v. efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günündeki şefaatim haktır. Ona inanmayan kimse şefaati hak etmiş olmaz.” (Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, 4896)

Rabbimiz kullarını çeşitli vesilelerle affetmek ister, bundan hoşlanır. Bu sebeple bazı kullarına ahirette şefaat etme izni verecektir. Böylece hem affetmek istediği kulları için bir bahane yaratmış, hem de sevdiği kullarının değerine dikkat çekmiş olacaktır.

Ayet ve hadislerde peygamberlerin, velilerin, alimlerin, şehitlerin ve salih müminlerin, derecelerine göre Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği seviyede şefaat hakkına sahip olacakları ifade buyrulmuştur. Bütün şefaatler ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu ölçü nispetinde olacaktır. Şu ayet bize bunu anlatmaktadır:

“O’nun izni olmadıktan sonra hiçbir şefaatçi şefaat edemez.” (Yunus, 3)

Şefaat torpil yapma değil, sadece Allah’ın iradesini insanlara ulaştırmak, yardım ve dostluk elini uzatmaktır. Şefaat Allah Tealâ’nın işine karışmak da değildir. Dolayısıyla izin ve yetki verilen bir kimseden şefaat istemek Allah’a şirk koşmak değildir. Çünkü o Allah Tealâ’nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefaat, sevenlerin sevdikleri için aracı olup naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına yardım ve merhamet dilemeleridir.

Efendimiz’in şefaati

Ahiret gününde Allah Rasulü s.a.v. bütün insanlığı içine alan şefaatiyle ortaya çıkacaktır. Çünkü O, hiçbir kimseye nasip olmayan “şefaat-i uzmâ” ile müjdelenmiştir. Şefaat-i uzmâ “en büyük şefaat” demektir.

Peygamberler içinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul olunacak peygamber yine Efendimiz s.a.v.’dir. O’nun bu ilk şefaati mahşer halkının hesaba çekilmesiyle gerçekleşecek ve bütün insanlığı mahşerin sıkıntısından kurtulması şeklinde olacaktır. Bu durum belki Hz. Peygamber s.a.v.’in Allah katındaki değerini bütün insanlığa göstermek içindir. Bütün peygamberler mahşerin sıkıntısı ve cehennemin mahşer halkına hücumu karşısında “Allahım selâmet ver…” (Buharî) diye korku ile diz üstü düşerek Allah’a yalvaracaklar. İnsanlığı bu dehşetli durumdan kurtaracak olan ise, Peygamberimiz s.a.v.’in Arş’ın altında Allah’a şefaat talebi olacaktır.

Rasulullah s.a.v., diğer peygamberlere verilmeyen beş şeyden birinin de, kendisine verilen genel şefaat yetkisi olduğunu beyan etmiştir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah bana benden önce hiç kimseye vermediği beş özellik vermiştir. Onlardan biri de şefaattir. Şirk üzere ölmeyen (imanla ölen) herkese şefaat edeceğim.” (İbn Mâce)

Sahih rivayetlere göre, mahşerin dehşet ve şiddetinden herkes, hatta peygamberler bile, “nefsim, nefsim” diyecekleri bir zamanda, Rahmet Peygamberi s.a.v. efendimiz “ümmetim, ümmetim” diyerek ümmetine sahip çıkacak ve onları koruyacaktır. O, bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

“Her peygamberin Allah katında makbul bir duası vardır. Bütün peygamberler o duayı yapmada acele davrandılar. Ben ise bu duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Ümmetimden şirk koşmadan ölenler için şefaat edeceğim.” (Buharî)

Hz. Peygamber s.a.v.’in en büyük şefaati ümmetine olacaktır. Bu da müminlerin durumuna göre farklı şekillerde gerçekleşecektir. Günahları az olanlar bu şefaat sayesinde azaptan tamamen kurtulacaklar, bazılarının günahlarının yarısı ya da daha azı veya daha fazlası silinecektir. Hatta büyük günah işleyenler dahi eğer Allah’a şirk koşmadan ölmüşlerse bundan nasibini alacaklardır. Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Ebu Davud)

kalpehli.com

 
kasrıarifan turism NEZİR DERNEĞİserhendi turizm
markalife
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol