Erik Dalında Üzüm Yiyen Derviş
Erik dalında üzüm yiyen derviş
Yunus Emre, bütün insanlık âleminin takdir ettiği bir şahsiyettir. Şiir onda billurlaşır, şairler onda küçülür, felsefe onda öz hâline gelir, filozoflar onun önünde düşünce üretmekten çekinir. Kısacası Yunus, bulunduğu her yerde zirveyi temsil eder.
Yunus Emre, aşılamadığı için çağları aşmıştır. Tersini söylemek de mümkün: Çağları aştığı için hâlâ aşılamamıştır. Yunus’ta “sehl-i mümteni” tabir edilen türden söyleyişlere sıkça rastlanır. Ne var ki bu söyleyişleri bir başkası denemeye kalkınca hiç de kolay olmadığını görür. “Şol cennetin ırmakları/Akar Allah deyu deyu/Çıkmış İslâm bülbülleri/Öter Allah deyu deyu.” Bu, sade ve kolay söylenebilecek gibi görünen bir dörtlüktür ama söylemeye gelince birdenbire derinleşir. Bir cennet tasviri yapar Yunus...
Cennet ırmaklarının “Allah Allah!” diye akması kolay ve anlaşılır bir söyleyiş olsa da “İslâm bülbülleri” tabiri kolay bulunan ve söylenen bir mazmun değildir. “Taştın yine deli gönül/Sular gibi çağlar mısın?/Aktın yine kanlı yaşım/Yollarımı bağlar mısın?” “Kanlı yaşın, yolları bağlaması” herkesin söyleyebileceği bir ifade değildir. “Karlı dağların başında/Salkım salkım olan bulut/Saçın çözüp benim için/Yaşın yaşın ağlar mısın?” Bulutların salkım salkım olması ve saçlarını çözüp ağlamaları, şiirin ta kendisidir ve “hercai” bir söyleyiş değildir. Son derece sade ve anlaşılır olan bu dörtlük, aynı zamanda son derece estetik ve başarılı ögeleri de barındırmaktadır.
Yunus Emre, halka inebilmiş bir şairdir. Belki de bunun için derindir. Çünkü derine inilir. Sığlıkta, inmek söz konusu değildir. Derinleşmenin bir yolu da halka inmekten geçer. Halka inmeyi sığlık gören günümüz şuarasının, Derviş Yunus’tan alacağı çok ders vardır. Yunus Emre’yi aşılamaz yapan sebeplerin başında, onun kendisini aşmış olması gelir.
Yunus Emre, diyebiliriz ki mutlak tevazu ve mahfiyet düşüncesiyle yaşamıştır. Bu aynı zamanda onun felsefesini oluşturan temel dinamiktir. Tevazu ve mahfiyetin kanatlarında yükselmek, Yunus’ta karşımıza çıkan bir özelliktir. Birçok şiirinin ya başında ya da sonunda mutlaka “Devriş Yunus, miskin Yunus, Yunus-u biçare...” gibi ifadeler yer alır.
Yunus Emre’yi aşılmaz yapan bir başka öğe ise onun eskimez düşünceler ortaya koyması ve onların felsefesini oluşturmasıdır. “Dövene elsiz gerek/Sövene dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek/Sen derviş olamazsın.” Bu dörtlük, başlıbaşına bir hayat felsefesidir; söylendiği günden bugüne kadar öneminden ve tazeliğinden bir şey kaybetmemiştir. Aksine, birçok meselenin şiddetle çözülmeye çalışıldığı günümüzde ekmek ve su kadar ihtiyaç duyulan bir anlayıştır. Yunus Emre, başkalarının dediğine/diyeceğine gönül koymaz. “Yunus’u öven övsün/Sövenler dahi sövsün” der yoluna devam eder. Çünkü ona göre “derviş gönülsüz gerek”tir.
Yunus Emre’de sürekli nazarda tutmamız gereken en önemli konu Allah aşkıdır. Yunus, bu aşk ile yanmış ve pişmiş bir derviştir. Yumuşamak, halim selim bir fıtrat kazanmak için “aşk”ı âdeta “olmazsa olmaz” gibi görür. Bunu herkese de duyurmak ister. “İşidin ey yarenler! Aşk bir güneşe benzer/Aşkı olmayan gönül, misal-i taşa benzer” der. Bu söz, asırlardır süregelen bir hayat felsefesinin günümüze düşmüş gölgesi gibidir.
Yunus Emre’nin tevazuu ve ermişliği sayesinde anlaşılır ama derin söyleyişler ortaya çıkmıştır. Yunus, halka doğru derinleşebilmiş bir şahsiyettir. Onun, halk nazarında saygı görmesi birçok yerde makamlarının oluşmasına sebep olmuştur. Anadolu’da birden fazla Yunus Emre mezarı vardır.
Yunus’un “hamlık, ermişlik ve pişmişlik” devresi vardır. Yunus Emre, şeyhi Taptuk Emre’nin kapısına kırk sene hiç eğri odun taşımayarak pişme dönemini tamamlamıştır. “Bana Seni gerek Seni.” dediği dönem de yanmaya başladığı dönemdir. Bu yanma döneminde Yunus Emre “erik dalında üzüm yiyebilen” bir derviş olur; “Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü” diyecek hâle gelir. Aynı dönemde. “Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim/Bir sinek bir kartalı kaldırdı vurdu yere.” diyerek olayların perde arkasına nazarımızı çevirir ve eşyanın arka planını gösterir. Allah dileyince karınca Nemrut’un sarayını yıkar, sivrisinek Firavun’un burnundan girer, grip mikrobu insanı yatağa düşürür ve sinek de kocaman bir kartalı kaldırır yere vurur. Bunlar tarihte cereyan etmiş ve hâlâ da cereyan etmekte olan olaylardır; ibret sahneleridir ve Allah’ın ayetlerindendir.
Yunus Emre, aynı şiirin sonunda da: “Yunus bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez/Münafıklar elinden örter mana yüzünü” diyerek işin aslını ortaya koyar.
Yunus’un, “Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü” demesini, bazı kimseler her ne kadar, “Bir tarikate bağlanmayıp kendi kendine seviye katetmek isteyen kimselerin hâli, erik dalında üzüm yemeğe benzer. Bu kimseler neyi, nerede arayacağını bilemezler.” şeklinde yorumlasalar da kanaatimizce bu söz: “mertebe katetmek, ilm-i simyaya vâkıf olmak” şeklinde de yorumlanmaya açıktır. “Seyr-i süluk” mertebelerini tamamlamış bir derviş ya da keramet ehli bir ermiş, “erik dalında neden üzüm yiyemesin?” Yunus’un bu deyişini hiç yorumlamasak bile karşımıza şu çıkar: Meyve ağaçlarının çok sık olduğu bahçelerde bir meyve ağacı dalının bir başka ağaca uzandığı bilinen bir gerçektir. Kiraz ağacının dalı, ceviz ağacının üzerine eğilir ve ceviz ağacından kiraz toplarız. Üzüm asmasının, erik ağacına ağması ve erik ağacında üzüm yenmesi tarihte ilk kez görülen bir şey değildir. Öyleyse Yunus’un sözünü, şiirin yoruma açık yapısı içinde ele alabileceğimiz gibi hiç yorumlamadan da ele alabiliriz. Yani Yunus, böyle bir deyişe çok derin anlamlar yüklemiş de olabilir hepimizin bildiği sıradan bir olayı dile getirmiş de olabilir.
Sözün özü: Yunus Emre, yakınımızda sandığımız gökkuşağı gibi... Yanına doğru koştukça ulaşılmaz olduğunu fark ediyoruz. O, sözün estetize edilerek söylenmesinden ruhun derinleşmesine kadar birçok mertebeyi zirvede temsil eden bir isimdir. Onun anlayışına her zamandan daha çok ihtiyacımız var.
merhabagazetesi.com
Sofinin derdi