kasrıarifan turism




Tasavvufa Farklı Bir Bakış

Savaş ve sufi şiir

Savaş ve sufi şiir

Şiirlerinde işledikleri “sevgi”, “barış”, “kardeşlik” gibi temalar şairi ve şiirini insanlık katında çok özel bir yere çıkarmıştır. Bu yüzden her şairin sevgi dilini bilen bir insan olarak “barış insanı”, “barış sözcüsü” olması dolayısıyla gerekçesi ne olursa olsun savaşa karşı çıkması, barışı hayatın temel hedeflerinden biri haline getirmesi beklenir. Nitekim gerçek de böyledir zaten. Pek çok şair, tarih boyunca savaşa karşı sesini yükseltti ve barış türküleri söyledi. Sevgiyi, kardeşliği bayraklaştırdı. Onlar, savaşı bir trajedi olarak gördüler. Öldürmeyi insan onuruna aykırı buldular. Ülkelerin işgali, insanların ölmesi, tarih, tabiat ve çevrenin tahrip edilmesi şairlerin protesto seslerini yükselttikleri dramatik olaylar oldu. Böylece tıpkı aşk gibi ayrılık gibi temalarda olduğu gibi savaş konusunda da bütün dünya şairleri ortak bir dil oluşturdular.

 

Edebiyatımızda da bu anlamda savaşa karşı çıkan, onun yerine barışı, sevgiyi egemen kılma arzusuyla yazılmış çokça şiir bulmak mümkündür. Bilhassa savaşlarla karşı karşıya gelinen zamanlarda bu tür şiirlerin sayısında epey bir artış söz konusudur. Bu şiirlerden çoğu zaman içinde pek çok edebi incelemenin konusu olmuştur. Ama sufi şiirin savaş karşıtı şiirler noktasında pek de ele alındığı söylenemez. Oysa, savaş karşıtı söylemde ve barış dolu bir dünya tasavvurunda bu şiirin çok önemli olduğu muhakkaktır.
 


Burada tasavvuf konusundaki bir yanlış yorumu sözün başında tashih etmek gerekmektedir. Tasavvuf, bu konudaki yanlış kanaatin aksine dinamik, toplumcu bir anlayışın adıdır. Yanlış örnekler, tasavvufu toptan reddedilen, mahkum edilen bir düşünce haline getirmemelidir. Zira, tasavvufun özünde kişinin Yaratıcı'yla, kişinin kendisiyle ve diğer varlıklarla uyumu temel amaçtır. Bu uyum anlayışı ise sevgi ve barışı egemen kılmakla gerçekleşebilir. Dünyaya gelmekten amaç da Yunus'un:

“Ben gelmedim davi için

 Benim işim sevi için

 Gönüller Dost evi için

 Gönüller yapmaya geldim:”

şeklindeki ifadesinden da anlaşılacağı üzere “sevgiyi egemen kılmak”tır. Bu anlayış, bir sufinin var oluşu açıklama ve anlamlandırma şeklinin bir sonucudur. Zira, sufi anlayışta her şey aşk üzre, aşk için yaratılmıştır. Yaratılanlar içinde ise en seçkin konumda olan insandır. İnsan bu anlamda kendisine çok değer verilen bir varlıktır. Esma'nın bütün tecellileri onda görülür. İnsan öte yandan halifedir. İlahi emirlere muhatap olan tek canlıdır. Yaşadığı sürece iyiliği yaygınlaştırmak, kötülüğe engel olmakla yükümlüdür.

 

İnsana böyle bir pencereden bakan bir sufinin savaşı onaylaması, savaşa yol açabilecek eylemler içinde bulunması söz konusu olamaz. Sufi için kendisiyle birlikte bütün insanların hatta bütün varlıkların sevgi dolu bir dünyada yaşamaları esastır. Bu yüzden sufi, insan onurunu, yaşama hakkını yok etmeyi hedefleyen, sevginin yerine kini, düşmanlığı egemen kılmak isteyen savaşa/savaşlara inanıp benimsediği öğreti gereği karşıdır, karşı olmak durumundadır.
 
Sufilikte bu yüzden öncelikle ve her zaman maddi savaşa yol açabilecek sebeplerle mücadele esastır. Bu mücadele çerçevesinde insan aziz bir varlık olarak ele alınır. Kalp kırmaktan, incitmekten uzak durulur ve durulmasını öğütlenir. Çünkü insan gönlü, mecazi olarak Beytullah'tır. Onun korunması, kırılıp incitilmemesi çok önemli bir meseledir. Bu erdem sağlandığında yani sevgi varoluşun temel amacı haline getirildiğinde, dolayısıyla insanın ve diğer varlıkların sevildiği bir yerde ise kavganın, savaşın olması sözkonusu değildir.

Yine tasavvufta temel amaçlardan biri, kamil insan olmak için hayırlı ameller işleme gerekliliğidir. Hayırlı amel ise yine insanlara ve diğer varlıklara hatta kişinin kendisine iyi davranması, barış, sevgi ve uyumu esas almasıyla gerçekleşebilecek bir tutumun sonucunda gerçekleşebilecek şeylerdir. Bu bakımdan sufinin yükselttiği, hakim kılmak istediği ses, sevgi ve barışın sesidir. Sufi şairlerin bütün şiirleri böyle bir barışı hakim kılacak olan aşkın sesidir.


Sufi'nin dilinde elbette savaş kavramı da vardır. O sevgiyi dillendirirken bir yandan da kavgayı ve savaşı da dillendirir. Ama onun asıl kavgası kendi nefsiyle, insanı kötülüğe ve sonuçta savaşa sürükleyecek olan nefs-i emaresine yöneliktir. Çünkü Sufi, kişiyi huzursuz ve mutsuz eden, dünyayı yaşanmaz hale getiren bütün olumsuzlukların “nefsi emmare”den kaynaklandığının bilincinde olan kişidir. Çağlar boyu bütün kötülüklerin böyle bir nefsin eseri olduğunu bilir... Bu yüzden, savaş kavramını önce bu kavram çerçevesinde düşünür. Onunla mücadele eder. Bilir ki, insanın insanı öldürmesinde, adaletsizliklerde, çevrenin tahribinde, ölümde, kıyımda, zulümde muharrik güç nefs-i emaredir. Onunla savaşı kazananların bulunduğu bir dünyada sözü edilen olumsuzlukların hiç biri olmaz.

 

Ama sufi, asıl mücadelesini o anda cereyan eden savaşın asıl sebeplerine yöneltir. Bilir ki, hiçbir savaş kendiliğinden olmaz. Savaş, önce insanın kendi benliğinde cereyan eder. Sufi, bu yüzden benlik meselesini her meselenin önünde ve üstünde tutar. Savaşı, öncelikle içteki, gönüldeki bir mesele olarak görür. Eğer insan, benliğinde gerçekleşen bu savaşı kaybetmişse o zaman saldırganlaşır ve bu saldırısını masum insanlara, ülkelere yöneltir. Böylece insanlık tarihinin kara sayfaları olan savaşlar meydana gelir.

 

Tasavvufun bu ana ilkesi, çoğu kimselerce bireysel bir kurtuluş reçetesi olarak ve münzevi yaşam biçiminde algılanır ve tasavvuf pasif bir görüş olarak ele alınır. Böylece sufilerin sıcak savaş ortamlarında pasif bir tutum izlediklerini iddia edilir. Oysa sufiyi böyle düşündüren kabul her şeyden önce Hz. Peygamber'in savaş konusunda söyledikleriyle ilgilidir. Hatırlanacağı gibi Bedir savaşından sonraki çok kanlı bir savaş olmuştur- Hz. Peygamber'in “Küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz” şeklindeki yorumu dünyada sıcak savaşların ve diğer bütün kötülüklerin asıl sebebin nefsi emare olduğunu ifade etmektedir.

Dolayısıyla; sufilerdeki bu bireysel görünümlü tutum, yani nefisleriyle mücadele bireysel savaş gibi algılansa da bu yanlış bir bilgilenmenin ve menfi kimi örneklerin neticesidir. Değilse kötülükle, zulümle mücadeleyi yeri geldiğinde toplumsal yapı içerisinde, yeri geldiğinde cephede savaşmak şeklinde anlamışlardır. Kültürümüzün önemli kavramlarından biri haline dönüşen “Alp-eren” kavramı böyle bir tutumun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Mesela Moğol zulmüne karşı savaşan Necmeddin-i Kübra'nın, Muhyiddin Arabi'nin Haçlılara karşı tutumu ve yakın bir örnek olarak İmam Şamil'in mücadelesi aklımıza hemen geliveren örneklerdir. Hemen bütün Kafkasya'da cihadın motivasyonunu sağlayan anlayış, tasavvuf olmuştur. Yine kuzey Afrika'daki bağımsızlık mücadelelerinde tarikatler çok önemli rol oynamışlardır. Ama sufi, bir kez daha belirtelim ki maddi savaşı ortaya çıkan temel sebeplerle ilgili olduğu için savaşı yeryüzünden kökten yok etmenin yolunun insanın nefsi terbiyesiyle ilgili olduğunu bilerek asıl mücadelesini bu anlamda yürütür.

 

Bu bağlamda en çarpıcı örnek Yunus Emre'dir. Bütün zamanların en büyük sufilerinden biri olan Yunus Emre, Haçlı ve Moğol zulmüyle kan gölüne dönen, isyanların ve her türlü sosyal problemin boy gösterdiği Anadolu'da insanlara önce kendi benlikleriyle savaşmayı öğretti. Aşk'ı yüceltti. Bütün çağlar için dini, milliyeti ne olursa olsun bir “sevgi şairi” olarak benimsendi. Yunus'un aşkı, sevgiyi yüceltmesi her şeyden önce inandığı dinin bir gereği idi. Çünkü Kur'an'da belirtildiği gibi sevmek ve sevilmek bizatihi Allah'ın vasfıdır. Yunus'un “sevilelim, sevilelim” sözünü bu ayetin Türkçe söylenişi olarak görmek gerekir. Bu bakımdan Yunus'taki sevgi kavramı her şeyden önce vahdet anlayışının bir gereği olarak birlik ve dirlik kavramlarını önceleyen bir anlayışın adıdır. Dolayısıyla bu birlik ve dirliği engelleyen her olumsuzluğa ve bunları doğuran nefsin isteklerine karşı yapılan savaştır. Bu savaş kazanıldığında zaten maddi savaşların sebepleri ortadan kalkmış olacaktır. Bu bakımdan o, kendi ifadesiyle “Aşk kılıcı”nı kuşanarak öncelikle bu düşmanlarla savaşmış ve böyle bir savaşa çağırmıştır.

 

Dolayısıyla tek başına savaş karşıtlığı söylemi önemli olmakla birlikte yeterli bir tavır değildir. Asıl olan maddî savaşı doğuran sebepleri ortadan kaldırabilmek, asıl onlarla savaşabilmektir. İşte bu noktada sufi şiir önemli bir imkân olarak görülmelidir. Ama tasavvufun bu dinamik ve toplumcu yapısını kavrayabilmek için yetersiz okumaların ve önyargıların etkisinden kurtulmak gerekiyor. Bu sağlandığında savaş karşıtı şiirler bağlamında sufi şiirin önümüze büyük imkânlar açacağı muhakkaktır.
mustafa özçelik
ayvakti.net
 
kasrıarifan turism NEZİR DERNEĞİserhendi turizm
markalife
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol