Mezhep İmamlarının Mürşidleri
Mezhep İmamlarının Mürşidleri
MEZHEP İMAMLARI VE TASAVVUF
Gerçek sufilerin yöneldiği kalp ve maneviyat ilminin ne kadar önemli olduğunu bilen alimler, onlardan övgü ile bahsetmişlerdir. Bununla da yetinmeyip, onlardaki ilme ve edebe talip olmuşlardır. Öyle ki, tevazu gösterip halkalarına girmişlerdir. İşte mezhep imamlarımızın bu ilme bakışı:
İmam Malik Rh.A.:
“Kim tasavvufun öğrettiği ahlâk ve manevi hal ilmiyle yetinip fıkıh öğrenmezse, dinden çıkacak işler yapar, zındık olur. Kim de fıkıhla yetinir, ahlâk ve manevi halleri öğreten tasavvuf ilmini öğrenmezse büyük günahları işler, fasık olur. Her iki ilmi öğrenen kimse gerçek bir müslüman olur.” (Aliyyu’l-Kâri, Şerhu Ayni’l-İlim)
Bu manada İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şöyle der:
“Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.
Bu sana hak için bir nasihattir dostum, incinme.
Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,
Öbürü de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.” (Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)
İmam Malik Rh.A. der ki:
“İnsan kendi nefsine hayır veremezse, insanlara da hayır veremez.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)
Hanefi mezhebinin imamı İmam-ı Azam Rh.A., her iki ilmi bünyesinde toplamış kâmil bir insandı. İlim ve takvasıyla herkese örnek olmuştu. Devrindeki tasavvuf büyükleri ondan ilim ve feyz almışlardı. Meşhur velilerden Davud et-Taî K.S., ilim ve tasavvuf terbiyesi aldığı hocalarını sayarken İmam-ı Azam’ı zikreder. Hanefi fakihlerinden İbnu Abidin Rh.A., İmam-ı Azam için şu değerlendirmeleri kaydeder;
“O, bu meydanın yiğitlerindendi. Vera, takva, edep, zikir ve fikirde zirvedeydi. Kendi zamandaki herkes onu ilim gibi takvada da imam görüyorlardı.” (Reddu’l-Muhtar)
Gerçek sufilerin yöneldiği kalp ve maneviyat ilminin ne kadar önemli olduğunu bilen alimler, onlardan övgü ile bahsetmişlerdir. Bununla da yetinmeyip, onlardaki ilme ve edebe talip olmuşlardır. Öyle ki, tevazu gösterip halkalarına girmişlerdir. İşte mezhep imamlarımızın bu ilme bakışı:
İmam Malik Rh.A.:
“Kim tasavvufun öğrettiği ahlâk ve manevi hal ilmiyle yetinip fıkıh öğrenmezse, dinden çıkacak işler yapar, zındık olur. Kim de fıkıhla yetinir, ahlâk ve manevi halleri öğreten tasavvuf ilmini öğrenmezse büyük günahları işler, fasık olur. Her iki ilmi öğrenen kimse gerçek bir müslüman olur.” (Aliyyu’l-Kâri, Şerhu Ayni’l-İlim)
Bu manada İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şöyle der:
“Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.
Bu sana hak için bir nasihattir dostum, incinme.
Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,
Öbürü de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.” (Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)
İmam Malik Rh.A. der ki:
“İnsan kendi nefsine hayır veremezse, insanlara da hayır veremez.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)
Hanefi mezhebinin imamı İmam-ı Azam Rh.A., her iki ilmi bünyesinde toplamış kâmil bir insandı. İlim ve takvasıyla herkese örnek olmuştu. Devrindeki tasavvuf büyükleri ondan ilim ve feyz almışlardı. Meşhur velilerden Davud et-Taî K.S., ilim ve tasavvuf terbiyesi aldığı hocalarını sayarken İmam-ı Azam’ı zikreder. Hanefi fakihlerinden İbnu Abidin Rh.A., İmam-ı Azam için şu değerlendirmeleri kaydeder;
“O, bu meydanın yiğitlerindendi. Vera, takva, edep, zikir ve fikirde zirvedeydi. Kendi zamandaki herkes onu ilim gibi takvada da imam görüyorlardı.” (Reddu’l-Muhtar)
SUFİLERİN YANINDA SAĞLANAN FAYDA
Velilerden Davud et-Taî K.S.’yi zühd ve tasavvuf yoluna sevk eden İmam-ı Azam’dır. Davud et-Taî, İmam-ı Azam’ın ilim meclisine devam ederdi. Bir gün İmam Azam Rh.A. kendisine künyesi ile hitap ederek:
- Ebu Süleyman! Sana yeterince ilim öğrettik, dedi. Davud et-Taî:
- Bundan sonra ne yapayım? Diye sordu. İmam:
- Öğrendiğin ilimle amel et, cevabını verdi. (Kuşeyrî, Risale)
İmam Şafii Rh.A., ilminin ve halinin yüceliğine rağmen sufilerle otururdu. Kendisine:
- Şunların meclis ve sohbetinden ne fayda gördün? diye sorulunca, İmam şu cevabı verdi:
- Onların en fazla şu sözlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani sen vakitten istifade etmezsen, o senin ömründen bir parça kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kötülüklerle meşgul eder.” (Sülemî, Tabakatu’s-Sufiyye)
Aynı şekilde, İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. de sufî Ebu Hamza el-Bağdadî K.S. ile oturup kalkar, marifet meselelerinde bir zorlukla karşılaştığında, “ya sufi, bu konuda ne diyorsunuz?” diye ona sorardı.
İmam Ahmed b. Hanbel, önceleri pek tanımadığı için ilgilenmediği hatta bazen tenkit ettiği sufileri yakından tanıyınca, etrafındakileri sufilerle oturmaya teşvik etmeye bağladı. Şöyle derdi: “Onlar bildikleriyle amel ederek bize üstünlük sağladılar.” (Şaranî, Envaru’l-Kudsiyye)
Yine İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. sık sık Bişr-i Hafi K.S.’nin meclisinde bulunurdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:
- Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehitsin, birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, niçin böyle hali-ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:
- Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanıyor, diye cevap verdi. (Feridüddin-i Attar, Tezkiratu’l-Evliya)
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasına: “Maruf el-Kerhi’nin yanına hadis almak için mi gidiyorsun?” Diye sorunca, İmam Ahmed b. Hanbel:
- Hayır, hadis almak için gitmiyorum. Fakat işin başı olan Allah korkusu ve marifetullah ondadır. İstifade etmek için gidiyorum, cevabını verdi. (Ebu talib El-Mekkî, Kûtu’l-Kulub)
Tabiun’un büyük müctehitlerinden Süfyan es-Sevrî K.S.: “Eğer sufi Ebu Haşim’i tanımasaydım, kalple ilgili halleri ve riyanın inceliklerini bilemezdim.” der. (Sühreverdî, Avarif)
‘ONLARIN YOLU EN DOĞRUSU’
Hüccetü’l-İslâm İmam Gazali Rh.A. de şöyle der:
“Kesinlikle anladım ki, bütün halleriyle Allah yolunu tutmuş kimseler ancak sufilerdir. Onların tutumları en güzel tutum, yolları en doğru yol ve ahlâkları en temiz ahlâktır. Daha dorusu, bütün akıllıların aklı, tüm hakimlerin hikmeti ve dinin inceliğini kavramış alimlerin bilgisi bir araya gelse ve onların hal ve ahlâklarını daha iyisi ile değiştirmek isteseler, buna güçleri yetmez. Çünkü, gerçek sufiler dini en mükemmel şekliyle yaşamaktadır. Onların zahirî ve batınî bütün hal ve hareketleri peygamberlik nurundan alınmadır. Bilindiği gibi yeryüzünde nübüvvet nurundan başka aydınlanacak başka bir nur da yoktur.”
“Tasavvuf yolu hakkında ne denebilir ki? Bu yolun ilk şartı manevi temizlik ve kalbi Allah’tan başka bütün şeylerden arındırmaktır. Bu yolun esası, kalbi tamamen Allah’ı zikretmeye adamaktır. Sonu ise O’nun irade ve rızasında fani olmaktır.”
“Bu öyle bir haldir ki, usulünce yoluna girenler bizzat tadarak öğrenirler. Onu bizzat tadarak, yaşayarak öğrenemeyenler, bu yolu kat etmiş sufilerle sık sık beraber oldukları takdirde, tecrübeyle ve işiterek bu halin varlığına kesin olarak inanır, yaşanan manevi haller sayesinde onu iyice anlarlar, Sufilerle düşüp kalkanlar, onların sohbetlerine katılanlar, onlardan bu imanı ve irfanı elde edebilirler. Çünkü sufiler öyle kimselerdir ki, onlarla oturan şaki (rahmetten mahrum) olmaz.” (el-Munkiz mine’d-Dalâl)
Bu büyüklerin mezhebine bağlı olan herkesin, onlardaki ilâhî aşk, edep ve tevazuyu örnek alması gerekir. Hak adamı nefsinin değil, hakkın tarafındadır.
Velilerden Davud et-Taî K.S.’yi zühd ve tasavvuf yoluna sevk eden İmam-ı Azam’dır. Davud et-Taî, İmam-ı Azam’ın ilim meclisine devam ederdi. Bir gün İmam Azam Rh.A. kendisine künyesi ile hitap ederek:
- Ebu Süleyman! Sana yeterince ilim öğrettik, dedi. Davud et-Taî:
- Bundan sonra ne yapayım? Diye sordu. İmam:
- Öğrendiğin ilimle amel et, cevabını verdi. (Kuşeyrî, Risale)
İmam Şafii Rh.A., ilminin ve halinin yüceliğine rağmen sufilerle otururdu. Kendisine:
- Şunların meclis ve sohbetinden ne fayda gördün? diye sorulunca, İmam şu cevabı verdi:
- Onların en fazla şu sözlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani sen vakitten istifade etmezsen, o senin ömründen bir parça kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kötülüklerle meşgul eder.” (Sülemî, Tabakatu’s-Sufiyye)
Aynı şekilde, İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. de sufî Ebu Hamza el-Bağdadî K.S. ile oturup kalkar, marifet meselelerinde bir zorlukla karşılaştığında, “ya sufi, bu konuda ne diyorsunuz?” diye ona sorardı.
İmam Ahmed b. Hanbel, önceleri pek tanımadığı için ilgilenmediği hatta bazen tenkit ettiği sufileri yakından tanıyınca, etrafındakileri sufilerle oturmaya teşvik etmeye bağladı. Şöyle derdi: “Onlar bildikleriyle amel ederek bize üstünlük sağladılar.” (Şaranî, Envaru’l-Kudsiyye)
Yine İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. sık sık Bişr-i Hafi K.S.’nin meclisinde bulunurdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:
- Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehitsin, birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, niçin böyle hali-ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:
- Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanıyor, diye cevap verdi. (Feridüddin-i Attar, Tezkiratu’l-Evliya)
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasına: “Maruf el-Kerhi’nin yanına hadis almak için mi gidiyorsun?” Diye sorunca, İmam Ahmed b. Hanbel:
- Hayır, hadis almak için gitmiyorum. Fakat işin başı olan Allah korkusu ve marifetullah ondadır. İstifade etmek için gidiyorum, cevabını verdi. (Ebu talib El-Mekkî, Kûtu’l-Kulub)
Tabiun’un büyük müctehitlerinden Süfyan es-Sevrî K.S.: “Eğer sufi Ebu Haşim’i tanımasaydım, kalple ilgili halleri ve riyanın inceliklerini bilemezdim.” der. (Sühreverdî, Avarif)
‘ONLARIN YOLU EN DOĞRUSU’
Hüccetü’l-İslâm İmam Gazali Rh.A. de şöyle der:
“Kesinlikle anladım ki, bütün halleriyle Allah yolunu tutmuş kimseler ancak sufilerdir. Onların tutumları en güzel tutum, yolları en doğru yol ve ahlâkları en temiz ahlâktır. Daha dorusu, bütün akıllıların aklı, tüm hakimlerin hikmeti ve dinin inceliğini kavramış alimlerin bilgisi bir araya gelse ve onların hal ve ahlâklarını daha iyisi ile değiştirmek isteseler, buna güçleri yetmez. Çünkü, gerçek sufiler dini en mükemmel şekliyle yaşamaktadır. Onların zahirî ve batınî bütün hal ve hareketleri peygamberlik nurundan alınmadır. Bilindiği gibi yeryüzünde nübüvvet nurundan başka aydınlanacak başka bir nur da yoktur.”
“Tasavvuf yolu hakkında ne denebilir ki? Bu yolun ilk şartı manevi temizlik ve kalbi Allah’tan başka bütün şeylerden arındırmaktır. Bu yolun esası, kalbi tamamen Allah’ı zikretmeye adamaktır. Sonu ise O’nun irade ve rızasında fani olmaktır.”
“Bu öyle bir haldir ki, usulünce yoluna girenler bizzat tadarak öğrenirler. Onu bizzat tadarak, yaşayarak öğrenemeyenler, bu yolu kat etmiş sufilerle sık sık beraber oldukları takdirde, tecrübeyle ve işiterek bu halin varlığına kesin olarak inanır, yaşanan manevi haller sayesinde onu iyice anlarlar, Sufilerle düşüp kalkanlar, onların sohbetlerine katılanlar, onlardan bu imanı ve irfanı elde edebilirler. Çünkü sufiler öyle kimselerdir ki, onlarla oturan şaki (rahmetten mahrum) olmaz.” (el-Munkiz mine’d-Dalâl)
Bu büyüklerin mezhebine bağlı olan herkesin, onlardaki ilâhî aşk, edep ve tevazuyu örnek alması gerekir. Hak adamı nefsinin değil, hakkın tarafındadır.